Bedia Ungurlu : Bir Yığın Olarak Sanat'tan İçselleştirilmiş Sanat'a

BİR YIĞIN OLARAK SANAT’TAN İÇSELLEŞTİRİLMİŞ SANAT’A

 

Sanatçıyı anlamadan sanatı anlamak mümkün mü?

 

 

     Her sanat eseri sanatçının iç alemini, hayal dünyasının uç noktalarını, içinde yaşadığı duygu sıçramalarını ve çocukluğunun izlerini yansıtır. “Bir adamı tanımak için, düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmek lâzım hiç değilse. Hayatın maddî olaylarıyla ancak kronoloji yapılabilir.” der, Cemil Meriç. Bu şekliyle sanat eserini anlamaya çalışmak, başlı başına zahmete talip olmaktır. Zira orada sanatçının dirilişi ve içinde bulunduğu dünyaya karşı bir direnişi vardır. Bunu anlamak için zarif bir dikkat gerekir. 

 

Berger, ressamlar üzerinden sanatı ve sanatçıyı anlatırken aralarındaki iş birliğinden bahseder. Sanatçının yeteri kadar yaklaşmaya cesaret edemediğinde kopyalama mesafesinde kalacağını haber verir. Bu iş birliği ise zannettiğimizin aksine iyi niyet üzerine değil, öfke, korku, arzu, acıma ve özlem üzerinedir. Bir resme bakarken bilerek ya da bilmeyerek ressamın uzantısını yani suretini ve siretini ararız.  Ancak o suret ve siret görüldüğünde anlam bizimle buluşur. 

 

Sinema üzerine okumalar yaptığım şu günlerde son izlediğim filmlere dayanarak yönetmenlerin de filmlerini bu doğrultuda harekete geçirdiğini görüyorum. Sinemada ısrarla iyi niyet arama çabamıza karşılık belki de Bergman’ın göstermek istediği önce karanlık yanlarımız; yani öfkemiz, korkumuz, özlemimiz ve hırslarımızdır. Çünkü anlam gölgelerde birikir. Karanlığınla yüzleş ve kendinle uzlaş ki ışık seni aydınlatsın. Başka türlü ışıldayamazsın ve gelişemezsin. “Karanlık da sensin aydınlık da,” deme biçimidir biraz da sinema özelinde sanat. 

 

“Sanatçı” -ki bu grubu; ressam, şair, yazar, yönetmen, fotoğrafçı olarak sınıflandırabiliriz.-  sanatçının eserleri karşısında ise okur, okuma biçimi ve tercihleriyle bir direniş sergiler toplumda. Bilinçli bir hâl ve tavırdır bu.  Bizim nerede durduğumuzu neye karşı durduğumuzu da gösterir. Bu bilinçle izlenilen filmler, seyredilen resimler, okunan şiirler ve fotoğraflar  anlamlı hâle gelir. “Enformasyon bolluğundan boğulacak haldeyiz, hayatımızı değiştirebilecek güçte mesajlar alıyoruz, ama bunlar ne yazık ki bilincimize ulaşmıyor,” diyen Tarkovski’ye selam verirken bunun hepimiz için ikaz şırıngası olmasını dilerim. Bazen bilgi kaynaklarını en aza indirmekte fayda var. Her şeyi bilmek insanı özünden koparabiliyor. Aslında bir hiç olduğunu ve bilinmeze doğru kulaç attığı bir denizde boğulmamak için mücadele verdiğini unutur hâle geliyor. Gelen mesajı ya algılayamıyor ya da yanlış anlıyoruz. Sanatı ve sanatçıyı anlamak için bakir bir anlayış ve bakışa ihtiyacımız var.

 

Tüm bunlardan sonra Berger’ın sesiyle sanat eseri ve sanatçı bağlamında Shitao’dan şu alıntıyı almakta fayda görüyorum: “Resim mürekkebin kabul ediciliğinin sonucudur: Mürekkep fırçaya açıktır: Fırça ele açıktır: El kalbe açıktır: Tüm bunlar, yerin ürettiği her şeyin gökten türemesi gibidir. Her şey açıklığın ve kabullenmenin sonucudur.” 

 

Berger Sanatla Direniş kitabında, bir sanat yapıtını anlamak istiyorsak önce onu içselleştirmemiz gerektiğinden bahseder. Sanatı içselleştirmek içimizdeki kopuklukları lehimleyecek bizi daha verimli hâle getirecektir. Sanatı içselleştirme eylemini ise ancak bilgi kaynaklarımızda cimriliğe, sanatçı ve sanatı bağlamında ise  derinleşmede cömertliğe giderek yapabileceğimiz kanaatindeyim. 

 

Bazen okuduklarımız bize hazır cevaplar sunmaz. Kendi sorularımızı bulmak ve onların peşine düşmektir kıymetli olan. Bu yazıdan ise:

*Bize kalan sorular: Tüm bu sanatçı ve eserleri karşısında biz ne kadar alıcıyız, ne derece açığız? Muhatap olduğumuz sanat, bizi değiştirip dönüştürüyor mu, yoksa baktıklarımız ile gördüklerimiz arasındaki arafta bir yığın olarak kalıyorlar mı?

 

Kaynak:*

John Berger / Sanatla Direniş