Loresimaqq : Analog

ANALOG “ZAMAN MAKİNESİ”

 

    Dijital dünyanın gelişmesiyle beraber unutulmaya yüz tutmuş analog fotoğrafçılık bir nesil tarafından oldukça rağbet görmektedir. Şimdiki zamanın o hızlı hayatında durup saatlerce bir pozun hesabını yapmak, kadraja girebilecek olan her bir nesneyi gözlemlemek, doğru anı beklemek ve deklanşöre basmak; insanın içine tebessüm katan anlardan biri oluveriyor.

 

    Aslında analog fotoğrafçılık insana ‘ânı’ yaşamayı öğretiyor. Bu çağın getirisi olan dijital makineler ve telefonlar şip şak çekimlerin ayak sesleri oluyor. Yani insanlar şöyle bir oturayım da doğanın, insanın o eşsiz pozlarını yakalayayım derdinde olmuyorlar. Haksızda sayılmazlar aslında. Kim bu çağın hızına kapılmıyor ki. Yüzlerce çekimi bir karede harcayarak gelişi güzel çekimler yapabiliyoruz. Geriye ise sadece içlerinden ayıklanmayı bekleyen tonlarca fotoğraf düzineleri kalıyor. Ne kadar da kulağa sıkıcı geliyor değil mi? Anlamsız emeksiz çekilen kareler. Ki o furyaya kapılıp tonlarca fotoğraflar içinde kaybolan biri olarak şunu diyebilirim ki analog fotoğrafçılık; kalpten gelen sese kulak vermek, emek demektir. Tek bir kare, tek bir an ve tek bir kadraj. Muazzam üçlü.

 

    Dijitalin çekim hızından sonra analog çekimi bana; etrafımızda gördüğümüz detayları kompozisyon haline getirmek için derin düşünmeyi, insanların yüz ifadelerini gözlemlemeyi ve o günün hava durumunun bize söylemek istediği ışık ayarlarını hesap etmeyi (ISO, diyafram ve enstantane) öğretti. Sabırla sadece hayalimde ki kareyi çekmek için beklemek delilik olsa gerek ama sonu güzel olan bir tecrübeye dayalı delilikti bu.

 

    Örnek vermek gerekirse; üstteki fotoğrafta yine kendimi âna bıraktığım günlerden bir gündü. Sahile gittim ve “Nasıl bir çift pozlama yapabilirim, ışık, hava şartları bana nasıl bir ton verecek” düşüncesiyle bir takım kararlar verdim. Tripotu ayarlayıp makineyi yerleştirdim, martı sesleri eşliğinde yerime geçtim. Uzunca hayale daldım, gökyüzünü seven biri olarak böyle bir pozun hayalini kurdum. Çekim için sadece iki veya üç hakkım vardı ya yanlış çekersem endişesiyle beraber deklanşöre bastım. Ve sonuç. Merakla beklememe en azından benim için değmişti. El emeği göz nuru misali.

 

    E tabi bazı zamanlar da o heyecanla beklediğimiz sonuçlar hüsrana sebep oluyor.Neticede analog çekimde belli sınırlar var. Otuz altılık pozlar, yirmi dörtlü pozlar. Sonucu hemen göremediğimiz için. Her zaman iyi poz yakalayacağımız anlamına gelmiyor. Işık kaymalarından kaynaklı yanmalar hayal kırıklığıyla sonuçlanabiliyor. Hüzün sevinç bir arada. “Eski bir makine bize ne katabilir’ deyip es geçmememiz gerek. Seçtiğimiz makinenin bile bir ruhu var olduğuna inananlardanım. Her bir makine şahsıma münhasır, onu keşfetmek ise kullanıcın merakı, ilgisi ve bakış açısıyla gün yüzüne çıkmayı bekler. Tarihin tozlu raflarından günümüze uzanan bir hikaye.

 

    Bu yüzdendir ki Sevgili Okur, bazen durup sadece etrafa bakıp olup biteni dinlemenizi, evrenin bize sunmuş olduğu hikayeleri bulup deklanşöre basıp o hazzı yaşamanızı ve ömrünüzde bir kere bile olsa bu anı tecrübe etmenizi sizlere öneriyorum. Sevgiyle esenle kalınız efendim.