Temren : Mahallenin Köpekleri

MAHALLENİN KÖPEKLERİ

            Bizim mahalle çok küçük bir mahalledir. Şöyle yürüyerek dolaşsanız yarım saatte her yerini dolaşırsınız. Mahallenin birbirine en uzak iki ucu olan birindeki büyük çöp tenekesinin yanındaki Cennet Yenge şöyle hafiften bir seslense diğer ucundaki Fatma Teyzeye kolaylıkla derdini anlatabilir. Hatta saatlerce dertleşebilirler. Çünkü bizim mahallede herkes dertlidir. Aceleniz olduğu bir gün sakın ola birine “Ne var ne yok?” diye sormayın. Saatlerce ayrılamazsınız yanından.

 

Sabahları kahvaltı yapmak için mahallemizin emektar sucusu Kerim Amcanın evine giderim. Bizim mahalledeki evlerin hemen hemen hepsinin su tesisatını Kerim Amca yapmıştır. Bu yüzden herkesin evini en ince ayrıntısına kadar bilir. Sadece evini değil, Kerim Amca yıllarca girip çıktığı evlerdeki su arızaları gibi gönül arızalarını da çok iyi bilir. Dedim ya dertli mahalle diye. İşte bu dertleri mahallede en iyi Kerim Amca bilir.

 

O sabah yine benim kahvaltımı hazırlamış ve emekliliğin vermiş olduğu rahatlıkla beni kapıda beklemeye başlamıştı. Sokağın başında beni görünce hemen ayağa kalkıp yıllar önce çok uzaklara giden çocuklarını görmüş gibi sevinçle bana elini uzattı Kerim Amca. Yanına geldiğimde her zaman olduğu gibi kalbinde biriktirdiği onca özlemi, yığınla sevgiyi ellerine toplayıp başımı okşayarak bana aktardı. Çok severim Kerim Amcayı. Ben kahvaltımı yaparken yanımdan hiç ayrılmaz, hep beni seyreder. Bazı günler beni seyrederken gözlerinden yaşlar damladığını görürüm Kerim Amcanın. O zaman kahvaltıyı bırakır usulca kucağına sokulup ona sarılırım. Gözyaşlarının burnuma düştüğünü hissederim. Sonra “Hadi hadi doyur karnını, aç kalırsın sonra!” diye beni tekrar sofraya gönderiri. Kahvaltıdan sonra bir müddet daha Kerim Amcayla kaldım. Ben mahalledeki arkadaşları izlerim o da beni izler. Sonra kalkar yavaşça izin aldım ondan. O da başımı okşayıp gülümser yine bana. “Haydi git bakalım her giden gibi. Buraya girenin ayağı fazla eğleşmiyor nedense!”

 

Kerim Amcanın bir sokak altındaki boş arsada top oynayan çocukların yanına koştururum sonra. Onları izlemesi çok güzel oluyor. Topu taşların arasından geçirdiklerinde anlamsız bir şekilde, çılgınlar gibi seviniyorlar. Bazen ben de koşuyorum aralarına. Kucaklayıp gezdiriyorlar beni sevinçle. Top oyunları bitince bakkala doğru bakan yaşlı çınar ağacının altı oluyor gittikleri ilk yer. Önce çınarın yanındaki çeşmeye ağızlarını yamayıp kana kana su içiyorlar. Sonra ağacın gölgesinde oturup Fatma Teyzenin onlar için hazırladığı salçalı ekmekleri yemeye başlıyorlar. Fatma Teyze beni unutur mu? Tabi ki hayır! Koca bir dilim de bana getiriyor. O an hepimiz de çok mutlu oluyoruz ama bana göre en çok da Fatma Teyze mutlu. Çünkü kendisi hiç yemediği halde en çok o gülüyor. Zaten mahalledeki en çok gülen insan Fatma teyze… Kimin morali bozulsa hemen onun yanına gider. Ne halde olursa olsun öyle neşelendirir ki yanına geleni, ne yaptığını kimse anlamaz. Söylediklerine göre eskiden çok hastaymış Fatma Teyze. Yıllarca ağlamış. Bakmış iyileşemiyor, bırakmış ağlamayı gülmeye başlamış. Bir süre sonra bakmışlar ki sahiden iyileşmeye başlamış. O gün bu gündür hiç üzgün gören olmamış Fatma Teyzeyi. Herkesi güldürmeyi de kendine görev bilmiş. “Aman benim çektiğimi kimse çekmesin.” diye insanları dertlerinden kurtarmaya çalışmış hep güldürerek.

 

Çocuklar salçalı ekmekleri mideye indirdikten ve terleri soğuduktan sonra yavaş yavaş evlerine dağılmaya başlarlar. Hep en sona ben kalırım. Tek tek bütün çocukların evlerine gidişlerini izlerim. Hepsi yorgun argın sallana sallana evlerine dağılırlar. Artık kimse kalmayınca ben de Kerim Amcanın yalnızlığına ortak olmak için akşam yemeğine yine ona misafir olurum.

 

Her akşam olduğu gibi beni evinin ön cephesinde demirlerinde sarmaşıklar, camının önünde saksılarda fesleğenler olan küçük balkonunda bekler Kerim Amca. Bitkileri de çok sever Kerim Amca. Bana olduğu gibi onlara da gözü gibi bakar. Her birine ayrı nefes verir. Her birine ayrı sevdalanır. Sevdalanır demişken; çok sevmiş Kerim Amca hayatı boyunca. İnsanları, hayvanları, bitkileri, köyünü, rüzgârı, Neşet Ertaş’ı, Anadolu’yu…

 

Akşam yemeklerini yedikten sonra her zaman farklı bir sevdasını anlatır bana Kerim Amca. Bu akşam da yemekten sonra küçük balkondaki fesleğenler arasına sıkıştırdığı divanına kurulduk ve başladı anlatmaya Kerim Amca:

 

“Bak güzel gözlüm, benim buradan uzakta bir köyüm var. Benim sevdam köyümdedir. Ahh nasıl özlüyorum bir bilsen! Köyümün buz gibi suyunu, dağlarından esen sert rüzgârını, düğününü, seyranını, bayramını… Bayramını ya… Hele ki her bayram yaptığımız herfeneleri. Arkadaşlarla bayramlarda önceden anlaşır, o akşama kimin evinde ne yemek piştiyse bir kap da odaya ayırır, tepsilere doldurur, köy odasında toplanırdık. Gardaşlarla bir güzel karnımızı doyurur koyu bir sohbete dalardık. Eskiler eskiyi, yeniler hayallerini anlatırdı. Türlü oyunlar oynar, şakalaşır eğlenirdik. Sonra bilenler sazı eline alır, gönlümüze gönlümüze vururdu mızrabını. Ahh hele birisi Neşet Ertaş türküsü tutturdu mu gençlerin aklı bin bir çeşit hayale dalardı. Neşet Ertaş bizim gönlümüzde farklı bir yerdeydi. Neşet Ertaş bizim gönlümüzdü. Biz bozkır, o da bizim tezenemizdi. O vakitler hepimiz sevdalı, hepimiz dertliydik. Hepimiz derdimize sevdalıydık.  Ya şimdi herkes dertli yine ama sevda yok ortada be güzel gözlüm. Sevda yok… Bak şu gökyüzüne; aynı gökyüzü, aynı yıldızlar ama bakışlar değişti. Dertler değişti. Eh ne yapalım be, bu zamanda da böyleymiş. Bendeki dert de bu. Özlüyorum işte hep. Her şeyi özlüyorum.”

 

Kerim Amca böyle anlatırken ben artık çoktan uykuya geçmiş oluyorum tabi. O da bana şöyle bir bakıp gülümser, başımı okşar. Üstüme bir battaniye örtüp, burnuma bir öpücük kondurur ve o da yatağına gider. Sabah olup da gün doğmadan evvel ben ondan önce uyanır, mahalleyi bir kolaçan ederim her zaman. Benim günlerim mahallede böyle geçiyor. Kerim Amca ve ben yalnızlığımızla birbirimize yoldaş oluyoruz.  Kerim Amcayla ilgili mahallede birçok şey anlatılıyor. Neden bazen sessizce ağladığı? Neden bu kadar iyi olduğu? Neden bu kadar dertli olduğuyla ilgili şeyler. Onun hikâyesini herkes bilir. Siz de bilin:

 

Yıllar önce Kerim Amca eşi Zehra, oğlu Muzaffer ve kızı Sultan ile genç yaşlarda köyden ayrılıp şehre, bizim mahalleye taşınır. İlk zamanlar ne yapacağını bilmediği için hamallıkla kıt kanaat geçinmeye çalışır. Mahallelinin onlara ayarladığı tek odalı bir evde yaşamaya başlarlar. Evde elektrik arızalı, su yok. Oğlu Muzaffer ortaokula, kızı Sultan da ilkokula başlarlar. Zor da olsa onları okutmak için Kerim Amca kendi ekmeğinden suyundan keser.

 

Bir gün Kerim Amca yine iş peşinde koşarken evinde bir yangın çıkar. Karısı Zehra ne edeceğini bilemez. Kerim Amca evden çıktınca kilitler kapıyı hep Zehra. Koskoca şehirde bir Kerimi vardır çünkü sırtını güvenle dayayabileceği. O gidince bir göz evin dört duvarına kalır güveni. Hal böyle olunca dışarı kaçamaz zavallı o panikle. Evde su olmayınca söndüremez de yangını. Konu komşu yetişir yetişmesine neden sonra yangını söndürürler ama artık olan olmuş, iş işten geçmiştir. Yangını söndürürler ama Kerim Amcanın içinde artık öyle bir yangın başlar ki üzerine deryaları dökseler kar etmez. Çok ağlar Kerim Amca, hem de çok. Karısı Zehra’ya, Muzaffer’e, Sultan’a ağlar. Çor çocuk ortada kalıvermişlerdir. Mahalleli el birliğiyle yaparlar tek göz evi tekrar ama Kerim Amcanın ufacık bedeni sığmaz artık oraya.

 

Kendinden bilir hep o ateşi. “Evde bir su olsaydı öyle olmazdı o.” der. Ne kadar ağlasa üzülse de iki yavrusu için tutunur tekrar hayatın paçalarına. Alır çocuklarını sırtına sürünerek de olsa gider hayatın peşinden. Kalkması uzun sürer ayağa. Karar verir bir gün; “Sucu olacağım, bu mahallede suyu olmayan ev olmayacak!” der. Girer bir ustanın yanına az demeden çalışır öğrenir işi. Yapar bütün mahallenin tesisatını.  Mahalleli öyle sever ki Kerim Amcayı üç ise beş verir, hakkını fazlasıyla öderler. Tamirlerden para almaz hiç. Yeniden yapılacaksa da hakkı neyse daha azını ister Kerim Amca. Böyle böyle her eve girer çıkar, herkesle yaren olur. Mahalleli onun hikâyesini bilir o da böyle böyle herkesin derdini tasasını öğrenir.

 

Elinden geldiğince herkese yardım eder. Belki en çok da Cennet Yengeye yardım etmiştir. Üç kızı vardı Cennet Yengenin. Üçü de gün yüzü göremedi zavallıların. Üçünün de kocaları eziyet etti kızlara. En büyük kızının kocası çocuk istemedi, aile olmak istemedi, cesaret edemedi insanlığa. Yollayıverdi anasının evine. Ortanca kızınınsa görmediği eziyet kalmadı. Zor aldılar kocasının elinden. Mahalleden birkaç genç ile Kerim Amca gittiler kurtardılar kızcağızı. Küçük kızı ise çok sevdi. Sevdasına kaçtı gitti ama gittiği yerde bulamadı umduğu sevgiyi. Dünyası yıkıldı. Geri geldiğinde dizlerinde derman kalmamıştı. En sonunda üçü de analarının yanına, yıllar önce kocasını kaybedip bi başına kalan analarının yanına varırlar. Fatma Teyze belki de bir tek Cennet Yengeyi güldüremedi bizim mahallede. Yanından o da hiç ayrılmadı. Ne ettiyse gülmedi Cennet Yenge. Ortalıkta kalmasınlar diye Kerim Amca onlara da baktı, kazandığını bölüştü komşularıyla.

 

Yıllar böyle gelip geçer ama peşini bırakmaz dertler Kerim Amcanın. Kızı Sultan kaçar gider başka şehirde evlenir, babasını da aramaz bir daha. Oğlu Muzaffer ise yıllarca annesini kaybedişinin sebebini babasına bulur. Bir gün çeker kapıyı çıkar gider evden. Kerim Amcanın yalnız yüreği dayanamaz bu acılara. Dağlar yıkılır üstüne, hastalanır. Çok çeker hastalıktan. Ama komşuları bakarlar ona yine, kaldırırlar ayağa. Kaldırırlar bedenini ama kalbi kalkamaz. Çocukları ve yalnızlık basar ayağını yüreğinin üstüne, kaldırtmaz yerden. Çok arar çocuklarını, koşar peşlerinden diyar diyar. Bulur da ama bakmazlar yüzüne. Kerim Amcanın gani gönüllü mütevazı hayatı onlara yabancı gelir artık. O da gömer acısını derdini döner evine.

 

Ne yapsın Kerim Amca, çocukları gidince yersiz yurtsuzdur artık. Komşuları yalnız bırakmaz onu hiç. Toparlansın diye her şeyi yaparlar. Bırakmazlar onu bir yerlere. Kerim Amca da onları bırakmaz. Hatır gönül var diye devam eder yaşamaya. İnsan bazen başkasının hatrına yaşar hayatı. Kerim Amca da öyle; kendi hesabını kapatmıştır çoktan. Küçük balkondan mahallesine bakmak kalmıştır tek işi.

 

Yine bir gün balkonundan bakarken beni görmüştü. Bir süre baktı gözlerime dolu dolu. İndi geldi aldı beni kucağına. Sarıldı, öyle sarıldı ki canını çıkarıp sanki bana geçirmek ister gibi sarıldı. Bir daha da bırakmadı. O gün bu gün mahallenin derdiyle beraber ilgilenir olduk. Benim ıslak burnum onun ıslak gözlerine yoldaş oldu.