Merve Altıparmak Yılmaz : Geçmişten Günümüze Bir Bayram Sohbeti

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BİR BAYRAM SOHBETİ

Sevgili Okur,

Siz bu satırları okurken ben yaklaşık otuz yıl öncesine gidip sonra bu noktaya geri geleceğim. Keşke gelmeseydim diyeceğim ama geleceğim. Zaten bugüne gelmeseydim keşkelerime sebep o güzel yılları hiç yaşamamış, o heyecanlı bayram sohbetlerini hiç tadamamış olacaktım. Eğitim gördüğüm şehirle, istisnasız tüm tatillerimi geçirdiğim köy arasında ilmek ilmek işlenen keyifli bir çocukluk dönemim oldu. Evimiz düzenli, görece huzurlu ve hane halkı da misafirperver olduğundan mı bilinmez, bayram günleri dolar taşardı. Tabii bir de ondan öncesi var. Bayram öncesi hazırlıklar… Bayrama sayılı günler kala annemle babam sanki kız/oğlan everecekmiş gibi hummalı bir çalışma içerisine girer, akşamları çay içtikleri kısacık sürede bile bayramda ne yapılacağını konuşurlardı. İşte böyle akşamlarda hepimize ait bir görev tanımı belirlenir; sözde iki ayağımızın bir pabuca girmemesi, şirketlerin yıl sonu ciro hedeflerine ulaşma telaşları gibi bizim de bayramlaşmaya gelenleri en yüksek memnuniyetle uğurlamamız hedeflenirdi. İnsan eliyle çıkabilecek tüm aksilikler en aza indirilir geri kalan problemler Allah’a havale edilir ertesi akşam yine aynı mevzuları konuşmak üzere uykuya geçilirdi. Arefe günü bayram sabahının ön hazırlıkları tamamlanır, mezarlık ziyaret edilir, akrabaların mezarlarındaki yabani otlar temizlenir, eve gelinir ve arefe suyuna girilirdi. Ertesi gün komşuları hangi sırayla gezeceğimizi konuşur, kimlerin harçlık vereceğini tahmin etmeye çalışırdık. Daha önce hiç görmediğimiz türden şeker ve çikolataları olan evleri bilir, onları ilk sıraya koyardık. Ailemizin gönül kırgınlığının olduğu komşuları ziyaret edip etmeyeceğimizi çocuk aklımızla çekinerek danışır, hiçbir sakınca olmadığını duyunca sevinirdik. Bu yüzden insanların birbirine neden küstüğünü hiç anlamadan büyüyüverdik.

Gün boyu süren bayram ziyaretlerinin şüphesiz en heyecanlı kısmıysa akşam sohbetleriydi. Hele biz çocuklar için. İnanılması güç ama eskiden çocuklar için akşam oturmaya gidilen yerin nere olduğundan daha önemli bir konu yoktu. Örneğin; kıyaslandığın, eleştirildiğin ya da yaramazlığının mevzubahis olduğu bir eve gitmek istemezdin. Derslerin kötüyse muhabbetin dersle başlayıp dersle bittiği evlere de gitmek istemezdin. Oysa alabildiğine komik fıkraların anlatıldığı, cinli perili hikâyelerle bezenmiş sohbetlere tüm çocuklar bayılırdı. Bir de ışıklar kapatılır, el feneri ya da gaz lambası kullanılırsa tadından yenmezdi. Şimdilerde anlatılsa, anlatana travmaya sebebiyet vermekten bir ömür boyu selam sabahı kestirecek o hikâyeler, çocukluğumuzda bizi bir odaya tıklım tıkış doldurur, hikâye bitene kadar çıt çıkarttırmazdı. O yüzden mi bilinmez, dinlemeyi bilen, bildiği kadar da seven bir nesil olduk.

Bayram akşamlarında en çok misafir ağırlayan evin ya sohbeti ya da tatlıları açık ara iyi demekti. Yere serilen koca sofra örtüsünde buluşurdu tüm çocuklar. Tatlıya daldırılan çatal sesleri azalınca sohbet başlardı. Kimi kanser olan yengesinin ısırgan otu mucizesiyle nasıl iyileştiğini anlatır kimi tarlasına dadanan böcekten dem vururdu. Kimi delinen kazanını nasıl tamir ettiğini anlatır kimi de ballandıra ballandıra tandır çöreğini fire vermeden nasıl yaptığını… Çocukların sohbetine gelince… En güzel şekeri kim topladı, köyde kimler ne kadar bayram harçlığı verdi derken zaman su gibi akıp giderdi. Akşam oturmalarının en güzel yanı oyun oynamaktı. Oyun dediysek sadece çocukların değil yediden yetmişe herkesin katılabildiği güzel oyunlardı bunlar. Bol tekerlemeli, bir felsefesi olan, evdeki ufak tefek eşyalarla kurgulanabilen, yaratıcı ve eleştirel düşünmeyi sağlayan derken listeyi uzatan bir dizi çocuk oyunu... Yani diyeceğim o ki bu terimler o zamanlar henüz zikredilmese de farkında olmadan çocuğun içine doğup büyüdüğü ortamda bu oyunlarla ona armağan edilmiş olurdu. Ebe gereken oyunlarda uzlaşamayıp tartışma çıktığında imdadımıza adaletinden sorgu sual olunmayan tekerlemeler yetişirdi. Sonra başlardık işaret parmağıyla ebe seçmeye yarayan o sayıştırmayı yapmaya…

“Tahta tahta tamaşır

Anan baban humaşır

Humaşırın atları

Kişir kişir kişneşir

Ne için kişneşir?

Arpa için kişneşir

Arpayı nereden bulalım?

Satıcıdan alalım

Satıcıda yokmuş

Halep köyünde çokmuş

Halep köyü cin pazar

İçinde maymun gezer

Maymun beni korkuttu

Sağ kulağımı sarkıttı

Cim cizik dana büzük”

Bu tekerlemeli sayışmanın sonu kimde biterse ebe o olur, oyuna başlanırdı. Hele bu oyunlara bir de büyükler dahil oldu mu tadından yenmezdi. Rekabet arşa çıkar, evin içindeki ses desibel rekoru kırardı. Akşam boyu kaç oyun oynadığımızı bilemezdik. Ancak yorgunluktan bir köşede sızıp kalınca bitirebilirdik. Herkes annesinin kucağına çekilir, büyüklerin sohbetinin bitmesini beklerdi. Yine böyle bir akşamda hayal meyal bir sohbet çalındı kulağıma. Pamuklar beyaz beyaz görünmeye başladığında yağmurun yağması çiftçilerin en korktuğu şeymiş. Pamuğa belli bir aşamadan sonra yağmurun değmesi onun kalitesini düşürür, kurumasını zorlaştırırmış. Bilmem hangi zamanda tam da pamuklar bu durumdayken yağmur başlamış.  Öyle böyle bir yağmur değilmiş bu. Sanki gök delinmiş de yerlere inmiş. Tabi köylüler perperişan. Neyse, köyün yaşlılarından biri demiş ki ben bu yağmuru durdurmanın bir yolunu biliyorum. Ama bize ailenin ilk çocuğu olan biri lazım. Sonra uyuyup kalmışım, devamını hatırlamıyorum. Sohbet ne kadar sürdü bilmem, sabah gözümü yatağımda açtım. Gel zaman git zaman aradan otuz koca yıl geçti. Nasıl olduysa bu bayram, içerisinde aile büyüklerinin de bulunduğu kalabalık bir ana denk geldim. Herkes çok mutlu görünüyordu, tıpkı eskiden olduğu gibi. Sofradaki tatlıların eski tatlılarla, yüzlerin eski yüzlerle uzaktan yakından ilgisi yoktu ama bir anlık da olsa sohbet o zamankine çok benziyordu. Hiç kimse dedikodu yapmıyor, hastalığından dem vurmuyor, çocuğundan şikâyet etmiyor, varlığını yarıştırmıyordu. Söz dönüp dolaşıp eski günlere geldi. Sonra laf lafı açtı, batıl inançlardan konuşmaya başladık. Çocukken kaybolan eşyamızı nasıl bulurduk? Herkes kendi bildiğini, hatta uygulayıp sonuç aldıklarını anlattı. Sonuç alamayanların da ritüeli yanlış uyguladıklarına kanaat getirip bir güzel güldük. O sırada hava kapandı, bir anda yağmur başladı. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, beni ışık hızıyla annemin dizine uzandığım ve hayal meyal hatırladığım o akşama götürdü.

-Büyükbabaaa! dedim heyecanla.

-Bu yağmur nasıl duracak şimdi? Onunla ilgili bir batıl yok mu? dedim.

On dakika önce ne yediğini hatırlamayan Alzheimer hastası dedem, otuz yıl önce o bayram akşamında anlattığı hikâyeyi anlatıvermesin mi!

-Sen annenin babanın ilk çocuğuydun değil mi?

-Evet büyükbaba.

Eskiler böyle yağmur yağdığında tarlaya bahçeye zarar verir, sel olur diye durdurmak için ailenin ilk çocuğunu alır dama çıkarırlar, eline de bir tokaç verirlermiş. Çocuk yağmura karşı

-“Anamın ilkiyim.

               Dağların tilkisiyim.

               Ese köse poyraz ese

               Yağmuru kese!” dermiş.

-E tokaç ne işe yarıyor peki?

Dedem bir kahkaha attı.

- Affedersin kızım ama yağmura karşı bunları söyledikten sonra tokmakla hafifçe üç defa kaba yerlerine vurması gerekir.

Odadakiler kahkahalara boğuldu. Herkes birbirine bakıp kendi ailesinin ilk çocuğunu elleriyle işaret ederek ele verdi. “Sen ilk çocuksun hadi bakalım dama! Yoksa köyü sel götürecek!”, “Hayır, ben ikinciyim.”, “Oh… İyi ki sonuncuyum.” diye kahkahalar eşliğinde herkes bu görevden sıyrılmaya çalıştı.

Bir otuz yıl daha idare eder mi bilmem, beni bir anlık da olsa geçmişe götüren o günü hiç unutmayacağım. Bayramların muhabbete vesile olması gerekirken insanların birbirlerinin dedikodusunu yaptığı, çocuklarını ve eşlerini kıyasladığı, dünya malıyla gösteriş yaptığı, kaliteli muhabbete hasret bırakan bu günlerin, insanların eş dost ve akraba çevresinden kaçıp turizm sektörünü canlandırdığı bir “tatil fırsatı” olarak görülmesi çok acı. Güzel muhabbet ufkumuzu genişletir, dünyevi zevklerle elde edemeyeceğimiz bir huzur, hiçbir okulda ve kitapta öğrenemeyeceğimiz nice güzellikler sunar sevgili okur. Önümüzde bir bayram daha var. Kim bilir, belki bu bayramda güzel bir anıyla muhabbeti başlatan sizler olursunuz.