Ayşe Gülce : Muteber

MUTEBER

 

 

            Bilmem kaç yıldır evliler. Öyle yıllara meydan okuyan; evliliklerini ayına, haftasına, gününe kadar sayıp da yine beşli onlu rakamlara yuvarlayıp iç çekerek Hey gidi günler!” diyenlerden değiller Muteber Hanımla Devlet Bey. Uzun süreli evliliklerinin sebebihikmetini yalnız kendileri bilirler. Tabi bir de şu yazılanları okuyan sizler. Neden mi böyleler, nasıl mı denk geldiler de evlendiler? Bu kadar senedir evliler de neden mi kimseye benzemezler? Herkesin bugün evlenip yarın boşandığı, etrafa sapır sapır yalnız adam, kadın döküldüğü şu zamanda ne yapıp da birlikte yaşlandılar acaba? Elbet onları da bir arada tutan görünmez bir bağ vardı: Koku.

 

            İnce belliler, tombullar, uzunlar, göz alıcı olanlar, rengarenk boyananlar, sıra dışı tasarımlarıyla ışıldayanlar, başlarından uzanan bir borunun ucundaki pompaya püskül takılmış en havalı olanlar… Adeta her kadın baktığında kendini görsün diye tasarlanmış bu camdan parfüm şişelerinden hiçbiri içlerindeki kokuyu hapsedememiş, dükkânın içine salıvermiş. Hatta dükkâna da sığınamayıp her daim açık olan kapıdan dışarı yayılıyor, kapı önünden geçenlerin çoğu da bu karmakarışık kokudan bayılıyorlardı. Hem göze hem burna dolan bu karışım caddeden geçen kimi insanı duyu organlarından tutup içeri çekiyordu kimileri de yüzünü ekşitiyor, bu kokular içinde nefes alırsa anında zehirleniverecekmiş de dükkânın önüne şakkadanak düşüverecekmiş gibi nefesini tutarak koşarcasına geçip gidiyordu. Kokulara ve görünüşe aldırmayanlarsa elleri cebinde bir anlık bakışma ile ağır ağır geride bırakıyorlardı Muteber Hanım’ın dükkânını.

 

            İçeri girenler hayranlıkla, büyülenmişçesine hatta bazıları şişeleri başına dikip içecekmişçesine içeriyi geziyorlar; bir taraftan da Aaay bu enfes bir koku, şuna bayıldım bayıldım, bu ne kadardı, ayol çok pahalı ama değer doğrusu, hepsini alası geliyor insanın…” diye diye tüm tester şişelerini bileklerine boşaltıyor. Arada bir Muteber Hanım’ın elindeki kuru kahveden koklayıp ölmüş koku duyularını hortlatıyorlardı. Muteber Hanım bu zümreyi çok iyi anlıyordu. Kokuyu uzaktan alıp bu havayı bir lahza içlerine çekerlerse zehirleneceklerine iman edenler ise nefessiz kalıp ölme tehlikesini göze alarak avurtlarını şişirip bir solukta dükkândan uzaklaşırken içlerinden burada çalışanlara acıyor Kesin kanser olur bu zavallılar birkaç seneye, kanlarını zehirliyor bu kokular. Aman yarabbim nasıl dayanıyorlar, nasıl nefes alıyorlar… Beyinleri uyuşmuş anacım yoksa ne mümkün durulur mu bunca ağır kokunun içinde sabahtan akşama…” gibi gibi düşüncelerle arkalarına bakmadan uzaklaşıyorlardı. Muteber Hanım bu zümreyi de anlıyordu ama kokulara aldırmayanlar zümresi var ya işte onları hiç anlamıyordu. Çünkü hayatı oldum olası hep Ya herro ya merro! Ya olmalı ya ölmeli!” mesabesinde geçmişti. İşte esans dükkânı bu mizacının adeta şehre kurulmuş minyatürüydü. Şehrin en beğenilen, en iyi satış yapan, en gösterişli, en büyük… En en en saygın dükkânıydı.

 

            Muteber Hanım dükkan için yurt dışından tasarımcılar, iç mimarlar getirtmiş; en kaliteli malzemelerle ülkenin en iyi işçileri çalışmıştı. Tabi kokular da dünyanın dört bir yanından özenle seçilmişti. Eee saygınlık bu, hiç kolay değildi. Hem kokular için her şeye değerdi. Muteber Hanım küçücük bir kız çocuğuyken bile misafirlikte bayramda seyranda tutulan kolonya, onu şeker çikolatadan bile daha çok cezbeder; avucunu ağzına dayayıp kokuyu dakikalarca içine çekerdi. Kendisi pek hatırlamaz ama annesi anlatır dururdu. Bu Muteberin kolonya ile ilk tanışıklığı aslında pek de hoş kokulu bir anı değildi. Henüz iki yaşındayken kolonya şişesini ağzına dayadığında öyle teninde ferahlatan bir serinlikle kalmayıp neredeyse kendisi de uçucu bir ruh oluverecekti. Annesi o an onu nasıl yakalayıp evlerinin altındaki kocasının muayenehanesine indirip kocasıyla birlikte hastaneye nasıl yetiştirdiklerini her fırsata anlatmaz sanki yaşatırdı dinleyenlere. Kolonya ile başlayan koku yolculuğu şu yaşına kadar devam etti. Hastanede midesi yıkandı mı bilmiyoruz ama yıkansa bile içinde bir yerlerde koku yer etmiş belli.

 

            Kocası Devletle de öyle âşık olup ya da bir tanıdık aracılığıyla, bir arkadaş vesilesiyle, görücü usulüyle falan evlenmemişlerdi. Muteber Hanım Devlet Beyin parfüm kokusuna tutulmuştu. İnanmazsınız yolda yürürken yanından geçen bu adamdan yayılan koku aklını başından almış, çaktırmadan evine kadar takip etmişti. Neticede ilişkilerde seçici olanın kadın olduğu bilimsel bir gerçekti. Üstelik kendilerini fıtratına bırakan kadınlar zaten kokusuna bakıp ileride doğacak çocuklarının bağışıklık sisteminin en güçlü olmasını sağlayacak erkeği bulmaları an meselesiydi. Adamın parfüm kokusundan kendine has kokusunu ayırt edecek yahut ikisinin karışımından ne çıkacağını bilecek nitelikte koku reseptörleri bulunan bir kadın, istesin yeter ki dünyayı dize getirirdi. Sonraki günlerde sorup soruşturup Devlet Beyin şehrin en iyi doktoru olduğunu da öğrendiğinde adamın cazibesi tavan yaptı. Bir bahaneyle muayenehanesine uğrayıp kendine âşık etmesi pek zamanını almadı. Eee Muteber de evlenecekse babası gibi harikulade bir doktorla evlenmeli, hayatındaki her şey gibi kocası da en”le başlayan özelliklere sahip olmalıydı. Hep yükseklerde mi gezer bu Muteber Hanım derseniz elbet değil. Onun da bazı zamanlar düştüğü, dibe vurduğu olmuştu. Kokulardan aldığı hazzın yanında sönük kalsa da dipte olmaktan da tarifsiz bir haz duyardı.

 

            Annesinin elâlem hayranlığından intikam almak için henüz on sekizindeyken girdiği üniversite sınavında tüm sorularla cebelleşip, ter döküp, doğru cevapları bulup, sonra da özenle her sorunun yanlış cevabını kodlayıp sonuncu olduğu gün duyduğu hazzın tarifi yoktu mesela.          Ah anneciği, ne olurdu sanki o elâlem denilen yabancı âlemi en yakınıymış gibi sürekli dilinde gezdirmese belki de hiç yapmazdı bu çılgınlığı. Yok elâlem Doktor kızı bir de tıp fakültesine de girememiş.” mi desinmiş. Ayol mum dibine ışık vermez.” “Terzi kendi söküğünü dikemez.” laflarına tahammül edemezmiş. Bu elâlemin ne dediği, ne diyeceği, aklından neyi geçireceği, hatta ne hissedeceği, yüzündeki mimikleri, imalı ifadeleri… Her biri, hepsi; çocukluğundan beri, aklı erdi ereli evin içinde gezinen hayaletler gibi. Hayalet de dememeli belki. Çünkü zamanla akrabalar, tanıdıklar… Tüm mahalleli bildiğin kanlı canlı evde dolaşıyorlar sanki. Ya hu be kadın, ne olurdu elâlem” diyeceğine ailem” deseydin de ben de bu kadar emeğin üstüne basıp geçmeseydim. Bizim yüzümüzde ne mimikler oynuyor, gözümüzde ne hayaller canlanıyor, içimizden neler geçiyor azıcık da bunlara dikkat etseydin.

 

            İşte Muteber Hanım’ın haletiruhiyesinden bir kesit, gerisini varın siz tasavvur edin. Annesine karşı bu nevi hislerle yoğrulurken babasına derin bir hayranlık duyardı Muteber. Babacığı içi bal dolu çatlak bir küp misali içinde ne varsa dışına da o sızar her daim. Adamın ruhu ile ruhundan süzülenler hep dengede. Ne bir celallenme görürsünüz ne de taşkın bir neşelenme. Yürüyüşüne baksanız adımları ölçüldüğünde santim şaşmayacağına dair bir his belirir içinizde. Gözünüzün tam içine bakıp niyetinizi okuduğu duygusuna kapılıp uzun süre bakışamazsınız adamla. Onu bu denli başarılı kılan da doktorluğundaki zahirî değil de batınî ilim herhalde. Mübarek dışınızı değil de içinizi görüyor, ne hastalığınız olduğunu şifasının ne olacağını mı bilemeyecek. Belki babası da hastalığın kokusunu uzaktan alabilen biriydi. Öyle ya koku dediğimiz şey varlıkların üzerinde taşıdığı bir şeyin ötesinde duygulara düşüncelere de sızabilirdi, duygulardan düşüncelerden de süzülebilirdi. Belki duyguların da kokusu vardı hastalıkların da. Aksini kim ispat edebilir ki? Hissettiğine düşündüğüne göre insanın salgıladığı hormonlar yok muydu? Eeee, o zaman salgıladığımız hormonlar kokumuza da sirayet ederdi. Vücudumuzdaki hastalık kokumuzu değiştirmez mi? Evet evet kesin vardı Devlet Bey’in böyle bir ilmi. Kızına da el vermişti belli. Lakin o doktorluğu seçmeyip kokuların peşine düşmüştü. Aşkın kokusu onu böyle sürüklemişti. Tıpkı annesinin korkularının kokusunu alıp işlettiği planında olduğu gibi, babasının sakinliğinin kokusuna vurulduğu gibi Devlet Bey’in de saygınlığının kokusu onu cezbetmişti.

 

            Annesi ile Devlet Bey’i şimdilik bir kenara bırakıp babasından devam edelim. Babasının bu dinginliği nereden gelirdi, çok düşündü Muteber çocukluğunda. Şu hastalığın kokusu tezi tutmayacak olursa hani bir fikir daha var aklında. Zannınca insan vücudunun kendi kendini iyileştireceğine olan sarsılmaz inancından. Dışarıdan çok da müdahale edilmezse ne yapacağını bilen veya ne yapacağı bildirilen bir düzen hakimdi ona göre. Annesinin elâleme odaklı, planlı programlı, her şeyi yönetebileceğine inanan haline zıddiyetle; babası çok çok gerekmedikçe müdahalesiz, sakince, su akar yolunu bulur serinliğinde ilerlemekteydi. Birinin dinginliği öbürünün telaşesi arasında büyüyen Muteber Hanım’ın uçlarda gezinmesine şaşmamalı belki de. Hiç çocuk sahibi olmayı düşünmeyişinin altında da anne babası mı yatıyor acaba diye düşünmeyelim, herkesin kendi tercihi.

 

            Gelelim son zamanlarda başka bir uçta olanlara… Orta yaşlarını çoktan aşmış olan Muteber Hanım’ımızın kokulara düşkünlüğünü hatırlarsınız. Bu ilgi manasındaki düşkünlüğü başka bir boyuta taşıdığından beri milyonda bir insanın başına gelecek hallere düçâr olmuştu. Tutkuyla bağlanmak manasından sözlükteki diğer anlamlarına geçiş yaptığında büyük bir şaşkınlık yaşamıştı Muteber Hanım. Bir sabah dişlerini fırçalarken günlerdir ağzına gelen pütürlü beyazlıkların kuruyan diş macunuyla bir alakasının olmadığını fark ettiği gün içinde uçurumdan düşüverecekmiş hissiyle beti benzi atmıştı. Muteber Hanım’ın dişleri ufalanıyordu. Başta böyle bir şeyin olamayacağını, şu anı yanlış yorumladığını, birazdan gerçeğin kafasına dank edip rahat bir nefes alacağını zannetse de elini ön dişlerine götürüp baş parmağı ve işaret parmağının ucuyla hafifçe sıkıştırıp çektiğinde parmak uçlarına gelen pütürlü beyazlıklarla bu hayal, yerini kâbusa bıraktı. Paniğe kapılacakken derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. O, görünüşleriyle çeşit çeşit kadınları andıran fettan parfüm şişelerinin başına böyle bir felaket getireceğini anlamalıydı. E yılların birikimi sonuçta, bir yerden çıkacaktı. Cazibesine dayanamadığı parfümlerden yıllar içinde genişçe bir koleksiyon hazırlamış olan Muteber Hanım, bu kokulara karşı içinde tuhaf şeyler hissediyordu. Kimilerini tadını alacak derecede koklayıp içine çekerken kimini de kendine hâkim olamayıp dudaklarının iç kısmına sürüyordu. Bu ne çeşit bir deliliktir, diye sormayın çünkü onun mizacını uzun uzun anlatmıştık. Kokuların tadına bakma isteğine karşı koyamıyordu. Tamam koku ile tat arasındaki bağlantıyı ilk okuldaki fen bilgisi derslerimizde nezle örneğiyle hepimiz öğrenmiştik ama bu tür bir bağ kurmak herhalde yalnız Muteber Hanım’ın aklına gelirdi. Gerçi kokular onun aklını taaa çocukluğunda kolonyalarla olan ilişkisinde ele geçirmişti. Kokuların tadını almak için duyduğu dayanılmaz isteğe karşı koymaya hiç çalışmamıştı mesela. Kokular onu nereye sürüklerse oraya -hiç ayak diremeden- gitmişti. Zaten koku duyusu beynimizin bile söz geçiremediği bir meseleydi. Diğer dört duyumuz beyindeki talamus bölgesinde bir durdurulup geçişe izin çıkıp çıkmayacağına bakılırken koku duyusu bu bölgeden elini kolunu sallaya sallaya geçerdi. Durdurulamaz oluşundan hesap sorulamayışından anlayın artık kokunun arkasından sürüklenişini. Böyle bakıldığında beynimize atabiliriz başına gelenlerin kabahatini.

 

            Bu, zaman zaman tekrarladığı dudaklarına dişine parfüm sürüp tadına bakma fantezisi demek sonunda başına böyle bir iş getirmişti. Ne yapıp edeceğini bilemez bir halde bir süre ayna karşısındaki halini acıklı bakışlarla süzdü. Doktora gitme fikri aklından geçerken kocası Devlet Bey’i düşündü. Bu halini ondan ne kadar gizleyebilirdi ki… Nerdeyse adamın parfüm kokusuyla nikahlandığını düşünürsek Devlet Bey’in anlayışla durumu kabulleneceğini var sayabiliriz ama Devlet Bey bu gerçeği biliyor muydu işte bundan emin değiliz. Hemen iyi bir doktor bulup tedavi sürecinde de bu durumu gizlemek için elinden geleni yapmalıydı. Kim bilir belki de kimseler fark etmeden atlatırdı. Bunları hesap ederken içinde annesinden bir parçanın kıpırdadığını hissetti: Elâlem ne derdi! Bir anlığına kendisiyle arasına bir soğukluk girdi ama uzun sürmedi tesiri. Bu kendi sağlığı içindi.

 

            İlerleyen günlerde kocasının tanışlarından olmamasına özen gösterdiği bir doktor bulup tedaviye başlandı. Çokça gülen Muteber Hanım, dişlerinin görünme endişesiyle daha mütevazi gülümsemelerle yetindi. Kocasından türlü bahanelerle uzak durmaya çalıştı. Bu süreçte tavsiye edilen ilaçları gizli gizli kullanıyor ama parfümlerden uzak durma tavsiyesine pek uyamıyordu. Ama bu durumun işlettiği parfüm dükkanıyla bir ilgisi yoktu. Güvendiği çalışanlarına emanet edip belli bir süre uğramayabilirdi fakat kokuların tadına bakma huyundan vazgeçemiyordu. Birkaç gün uzak kalsa da sonrasında daha bir iştahla parfüm koleksiyonunun ortasında buluyordu kendini. Tabi bu durumdan doktoruna da söz edemiyordu. Gel zaman git zaman Muteber Hanımın dişlerindeki ufalanma azaldı azaldı azaldı ve durdu. Şimdi bir dişçi bulup hasar tespit çalışmalarına başlamalı ve dişlerini yaptırmalıydı. Eski neşesi yerine gelse de hala gönül rahatlığıyla gülemiyordu. Çevresindekiler Muteber’deki bu değişikliği fark etseler de çok da üzerinde durup kadının üzerine gitmediler. Ama bu olağanın dışına çıkmış zaman diliminin farkına varıp ona kayıtsız kalamayan biri vardı: Devlet Bey. Her ne kadar Muteber Hanım kocasının hiçbir şeyden şüphelenmediğini, durumun geçici olduğu hissinin emniyetiyle işine gücüne yoğunlaştığını düşünse de kazın ayağı öyle değildi. Kokularla bu kadar içli dışlı bir hatunla yıllarını geçirmiş olan birinin burnunun iyi koku alacağını hesaba katmamıştı Muteber Hanım. Bu tedavi sürecinin taaa en başında belki de çok öncesinde her şeyin farkındaydı Devlet Bey. Ama karısına olan muhabbeti ona, hiçbir şey sezdirmemesini fısıldıyordu. Bu sebepten tıpkı Muteber Hanım’ın onu gizlice takip edip evliliklerini kurduğu gibi o da Muteber Hanım’ı gizlice takip ederek evliliklerini koruma niyetindeydi.

 

            Gittiği doktoru bulması ve ağzından laf alması çok zamanını almadı. Bundan sonrası doktorla tam bir iş birliği, Muteber Hanım tarafından bakılırsa da tam bir suç ortaklığıydı. Bir insanın sağlığına kavuşması için çabalamak suç sayılmasa da bunu Muteber Hanım gibi saygınlığına düşkün bir hanımefendinin arkasından iş çevirerek yapmak pek de masumiyet değildi. Devlet Bey eşinin gizli gizli hâlâ kokuların tadına baktığını, ilaçları düzenli kullansa da kokulardan uzak duramadığını doktora anlattığında yeni bir tedavi yöntemine ihtiyaçları olduğunu anladılar.

Doktor tedavi için bazı şeffaf karışımlar hazırlayacak Devlet Bey de bu karışımları eşinin parfüm koleksiyonundan en sevdiklerinin içine azar azar fark ettirmeden karıştıracaktı. Kaynar suya atılan değil de suyu azar azar ısıtılan kurbağa misali işlerine yarayacaktı. Bu ince işçilikle meşgul olmak zor olsa da Devlet Bey’in usta doktorluğu usta hafiyeliğiyle birleşince karısı parfümlerdeki değişikliği fark etmedi.

 

            Muteber Hanım şifa bulmasını düzenli kullandığı ilaçların sağladığını düşünedursun onu asıl iyileştiren düzenli kullandığı parfüm şişeleriydi. Eskiden iştahla saldırdığı kokulara artık eskisi kadar zaman ayırmamaya başladı. İçinde kokulara karşı ufacık bir isteksizlik duyacağını rüyasında görse inanmazdı ama olmuştu işte. Şimdilerde ağzına sürmüyordu parfüm denen mereti. Devlet Bey tarafından şişelere damla damla karıştırılan ilaç karışımları hem Muteber Hanım’ı o kokulardan soğutmuş hem de iyileştirmişti. Mucize dedikleri şey her ne kadar aniden oluveren şeylermiş gibi görünse de esasında -Muteber Hanım’ın parfüm şişesine düşen damlacıklar gibi- yavaş yavaş hayatımıza yayılan şeylerde gizli.

 

            Dişçide dişlerini de yaptırdıktan sonra Muteber Hanım eski haline dönmüştü demeyelim çünkü eski halinden daha da şahane bir hale bürünmüştü. Bağımlılıktan kurtulan insanların yeniden doğmuşluk hissine benzer bir hisle daha huzurlu, sıcakkanlı, samimi, hesapsız; en önemlisi de zirvelerden ve diplerden uzak itidal sahibi bir kadın oluvermişti. Hani mucize demiştik ya o tanıma Devlet Bey’i de ekleyelim.  Mucizeler her daim yanımızda durup da mucize olduklarının farkına varamadıklarımızdır belki. Ah, bu güzellikte kocası Devlet Bey’in ne büyük katkısı olduğunu bir bilseydi! Ya da boş verin bilmemesi belki de en iyisi. Zamanı gelince onlar aralarında helalleşirler nasılsa, biz Muhibbi’nin dizeleriyle sona erdirelim hikayemizi. Siz de muhabbetin kokusunu aldınız değil mi?

 

            “Yeryüzünde muteber bir nesne yok devlet gibi

            Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”