KOYUN KOYUNA
Bahçe manzaramızı anlatayım size. Girişte, kapıya doğru sağlı sollu dizilmiş on beş yirmi kiloluk boya kovalarında suyla karıştırılmış gübreler bekler sizi. Suni değil meraklanmayın en doğalından koyun gübresi. Arsa sahibi Kezban Teyze’mizin bahçenin verimini artırmak münasebetiyle özenle dizdiği karşılama komitesi. Kovalara ısladığı gübreleri de koyunları özenle diziyor mahalleye zaten ve Kezban Teyze de elindeki çukur bir çanakla arkalarından aynı özenle topluyor taneleri. Bu apartmana taşınmazdan evvel de görürdüm parklarda küçük sürüsünü otlatan Kezban Teyze’yi de Allah var çevreyi temiz tutmadaki hassasiyetine, parkta oynayan çocukların sıhhatini düşünmesine falan yorardım ama ne zaman ki bu daireyi aldık, kâh kovalardaki suyun üstünde yüzen kâh erimiş bulamaç olmuş koyun gübreleriyle tanıştık o zaman çevre ve çocuk temalı bakış açımızı sorguladık. Çocuklarımız bahçeye her inişinde bu gübreli su kovalarına ellerini sokup oynayacak diye daraldık. Öncesinde “Vay be!” derdim. “Kadına bak, vallahi helal olsun. Şehrin ortasında koyun otlatıyor ama bir tane pislik bırakmıyor etrafta hepsini tek tek topluyor.” Sonra sonra yolda sokakta insanlar görüp rahatsız olmasın üzerlerine basıp sağa sola pislik yaymasın, çoluk çocuk parkta eline alıp boncuk sanıp oynamasın, değilmiş niyeti anladık. Anladıktan sonra da yeni bakış açımızla zihnimize ilk olarak Hansel ve Gratel’den sonrasında başka hikayelerden esinlenilmiş bir masal yazdık. Bu koyun peşinde yere eğilmekten beli bükülmüş, yıllardır doğrulamayan, kalan ömrünü iki büklüm yaşayan kadın aslında bir cadıymış. Ormanda kaybolan çocukların döktüğü izleri ilk o bulmuş. Onları insan halleriyle yemeyi içi almamış da yaptığı sihirle hepsini kuzuya dönüştürüvermiş. O gün bugündür de otlatıyor iyice semirmelerini bekliyor. Arkalarından döktüklerini de topluyor ki izlerini başkaları bulmasın. Koyun gübresi de ziyan olmasın. Hem akşam olunca tekrar çocuğa dönüşüyor koyunlar. Onları besliyor. Kendi gübreleriyle yetişen sebze meyveyle hepsi günden güne semiriyor. Hele bir zamanı gelsin bırakacak beslemeyi, gündüz vakti kesip yiyecek hepsini. İşte o günden sonraki kafamızdaki masal çorbası. Kezban Teyze garip tavırlarıyla iyice aklımızı karıştırdı.
Nerde kalmıştık? Hah bahçe manzaramızın girişi böyle. Gelin biraz bahçeyi dolaşalım sizinle. Girerken hemen sağ tarafa göz gezdirdiğinizde bolca kap kacak görürsünüz. Hepsi yoldan sokaktan toplanmış, yarı çatlak yarı kırık kırılamayanın ağzı yüzü çarpık. Hele bir tanesine epey şaşmıştım. Alüminyum küçük bir tabakmış önceki hayatında ama üstünden geçen arabaların sayısı arttıkça dümdüz olup yapışmış asfalta. Kezban Teyze’miz de sökmüş getirmiş bahçe dekorumuzun en nadide parçası yapmak niyeti. Çünkü yok bir işlevi belli. Anca seyirlik, baktıkça hayret etmelik. Hani ötekilere bakıyorum içine iyi kötü bir şey konur. Kırık çatlaksa kuru malzemeler değilse ağaçlara, sebzelere gübre suyu taşınır. Ama bu dümdüz tabağı ne demeye yoldan kazıdı geldi, bu konu bence hararetle tartışılır. Buna da bir tartışma programı yazmayalım, işimize bakalım, bahçeyi dolaşalım. Mevsim yaz. Bahçe duvarının dibine dikilmiş üç beş yıllık fidanlarda erik, kiraz. Domatesler, biberler, fasulyeler ekilmiş dikilmiş. Etraftan topladığı çalı çırpıyla üstleri bir güzel beketilmiş. Fideler biraz büyüsün bu çalı çırpılar yatay vaziyetten dikey konuma geçip toprağa saplanacak. Fasulyeler domates salatalıklar üzerlerine saracak. Paralel ve meridyen misali bu dönüşen çalı çırpıyla Kezban Teyze’mizin kendi dünyasının koordinatları hesaplanacak. Apartmanın karşı tarafında sağ çaprazda müstakil bir evi var aslında ama artık orada yaşamıyor. Arsa bedeli verdikleri daireye taşındı apartman yapılınca. Masal aleminden buraya iniş yapmış teyzemiz yapacak bir şey yok. Eski evi kocaman ağaçların arasında, anca çatısı görünüyor güç bela. Kimseler uğramaz yakınına. Çikolata şekerden bir ev hayal etmeyelim şimdilik. Yok öyle bir çekicilik. Arka tarafta yola dayanan girişinden itibaren insan boyu pislik. Tabi bu şekilde kandıramazdı çocukları o yüzden apartmana taşındı ama eski hayatını orada bırakmadı yavaş yavaş onu da taşıdı. Yine dilediği gibi koyununu otlatacak. Eski evinin bahçesinde sokaktan topladıklarından adım atacak yer yok, mecbur bostanını apartman bahçesine kuracak. Kendi yöntemleriyle bakıp sulayacak. Burayı başka insanlarla paylaşıyorum onların küçük çocukları var arada bahçeye çıkıp hava alacak, diye düşünmek falan yok. Kafasında ne varsa onu yapacak. Ara ara gidip konuştuk bu bahçeyi temizleyelim, düzenleyelim, hepimiz ilgilenelim dedik, anlayış bekledik ama sahip olduğu tek anlayış kendi anlayışı olunca milim ilerleyemedik. Bir ara kızı geldi onunla iş birliği ettik. Annesi sabahtan koyunları otlatmaya çıktığında işe girişecektik. O gelene kadar da işimizi bitirip evlerimize çekilecektik. Kap kacak, çer çöp, çalı çırpı ne varsa topladık bahçeden çıkardık. Atmaya cesaret edemedik kızıyla birlikte eski evinin bahçesine taşıdık. Kızı “Çöpü kaybolsa başıma yıkar evi, taşıyalım lime lime olmuş naylonları, kırık kovaları, eğilip bükülmüş tabak çanakları… Söyletmeyelim deliyi.” deyince daha hızlı çalıştık. “Eşyalarına izinsiz dokunduğumuzu görse mahveder bizi. Ben neler çekiyorum evin içinde. Mutfakta sebze meyve yıkadığımız suları leğenlere biriktiriyor, hepsini tezgâha diziyor. Koyunların yiyeceği artıkları tabak çanaklarda biriktiriyor. Bunları aşağı indirirken de her yeri batırıyor. Leğenlerdeki sular cumbul cumbul dökülüyor. Tabak çanaklardaki artıklar evin içinden başlayıp merdivenlerden dışarı kadar saçılıyor. Ellerin titriyor ver ben götüreyim, desem cinnetine sebep olurum dedim ya çöpüne dokundurtmuyor.” Kızı böyle böyle anlattıkça elimiz ayağımıza dolaştı. Zaten kafamızda dolanıyor bir cadı masalı. Alelacele bahçeyi toparladık taşıdık kendimizce en güzel peyzaj çalışmamızı da yaptık. Apartman sakinleri olarak bahçeye çer çöp sokmama kararı aldık. Kezban Teyze’nin dönme saatine yakın hemen evlerimize topukladık.
O ikinci katta biz de hemen üstündeyiz. Özensiz yapılmış apartmanların olmayan ses yalıtımlarını bilirsiniz. Eve geldiğinde aman Allah’ım o ne kavga o ne gürültü. Birkaç haftalığına yanına gelmiş bir tanecik kızının ağzına tükürdü. Bağırdı, çağırdı, konuştu durdu kahırlı kahırlı. Sesler zaten evin içinde, dinledikçe yaşlı, öfkeli, kambur bir cadı silûeti gözümüzde canlandı. O an o saniye yaptığımıza bin pişman olduk. O güne kadarki düşüncelerimizi ışık hızıyla değiştirdik. Çer çöpse çer çöp izinsiz niye bozuyoruz ki kadının düzenini. Evinden ısırık alan küçük çocuklara neler yapacağını bilmiyor muyuz sanki. Eski kafa falan ama bize ne, hem ne biliyoruz yeninin eskiden iyi olduğunu. Her şeyi değerlendiriyor kadın, sıfır israf. Geri dönüşümse en âlâsı, yok böyle bir çevre duyarlılığı. Su tasarrufundaki gayreti madalyalık zaten. Bir tane daha insan bulamazsınız bu şehirde bükülmüş beliyle titreyen eliyle leğen leğen bahçeye su taşıyan. Başkaları ne yapıyor? Evinde dünyanın suyunu akıtıyor, haftalık bir oda dolusu plastik atık çıkarıyor. Sonra ağzını açıp kuraklıktan dert yanıyor, geri dönüşüm nutukları atıyor. Yalandan iki cam şişeyi poşete koyup göstere göstere atık kutusuna götürmekle olmuyor o işler. Bak Kezban Teyzem’e şu dünyaya bıraktığı bir tane çöp bulamazsın. Hatta senin bıraktıklarını da topluyor değerlendiriyor. Senin bir günde şar şar akıttığın suyla o bir ay geçiniyor. Kızı anlatmıştı ayda bir yıkanıyormuş zaten onda da su sesi gelmiyormuş banyodan en fazla beş dakikada yanında. Banyoyu da yıkadığı marul maydanoz sularını ısıtıp onunla yapıyor belki bilemezsin.
Kış gelince salonun ortasına sobasını da kuruyor. Kalorifer yakmıyor. Sobasının faydaları say say bitmiyor. Her daim sıcak suyun hazır, yemeğin desen öyle, ister fırınında ister üstünde. Elektrik su faturalarını görmedik bugüne kadar. Kullanım bedelinin altında belki de. Tabi biraz afalladık sobayı ilk yaktığında. Baca delikleri bir olunca onun bacasından çıkan isle duman olduğu gibi bizim salonda. Bembeyaz salon takımımla, süt beyaz halımla bir süre bakışıp aşağı indiğimi hatırlıyorum kafamdan çıkan dumanla. “Kömür alacak param yok, ne yapayım dünyanın odunu da var yakmayayım mı?” dediğinde kalakalmıştım. Sonra yukarı çıkıp salondaki koltukları taşınmadan kalan streç filmle sarıp halıyı da toplamıştım. Çokça parası olduğunu da sonradan öğrendik ama saygı duymak lazım yaşam tarzına. Diyemezsin öyle “Sen de bizim gibi yaşa!” kadın uymak zorunda mı zamana? Gerekirse sen uyacaksın ona. Kaç günlük ömrü var şunun şurasında? Uymayacaksan uğraş dur, inanmıyorsan masallara.
Masallar demişken, geçen gece Kezban Teyze’yle yaşadıklarımı da anlatayım da masallara olan imanımız tazelensin. Bahçeyi ve mücadeleyi koyuverdik zaten nasıl biliyorsa öyle eksin, diksin, işlesin. Çevreci plaketini takdim ettik içimizde teyzeye. Başka türlüsünü beceremeyince ne yapacaksın. Kendimizi inandırdık bu onurlu işe. Yalnız bu soba borusu bacası meselesi hâlâ rahatsız ediyor bizi akşam bir geliyoruz eve is duman, kokudan üstümüz başımız da perişan. Bir soba da biz alıp kuralım madem cefasını çekiyoruz sefasına da nail olalım, diye düşünmeye başladık. Ama geçen gece arkadaşla laflayıp eve geç geldiğimde başka türlü bir koku da vardı evin içinde hatta apartman girişinde, merdivenlerde. Neyse soyundum dökündüm yatacağım da mübarek kokuya burnum alışacağına iyice yadırgadım. Dışarıda hava buz gibi yılın en soğuk gecesi. Acaba ısınamadı da sobada başka bir şeyler mi yaktı ki? Her günkü duman kokusundan farklı iyice anladım. İnek ahırı mı desem koyun ağılı mı bir acayip karışık bir koku. Bir iki evin içinde dolandım, dayanamadım. Tamam teyzemiz koyunlarla haşır neşir üstüne siniyor falan da bu kadarı da olmaz üstünden tüteni baca borusundan yukarı salmaz herhalde. Bu ay yıkanmadı mı acaba. Vücut alışık ya birkaç gün gecikmeyi kaldıramamış olabilir. Ya da benim burnum kaldıramıyor. Neyse gece vakti demeyip bastım zile. Zil sesiyle birlikte içerden gelen tıpırtılar beni feci ürküttü. Hani Hansel ve Gratel hikayesi hafızamı dürttü. Akşamları tekrar çocuğa dönüşen bebelerin ayak sesleri sanki. Ama takunya giymişler gibi takada tukada sesler, kapıya doğru yaklaşan tıkırtılar aklımı aldı alacak. Hani yatılı misafir desem ayakkabı falan da yok kapı önünde. Bakalım kapıyı kim açacak. Yüreğim güm güm, kafam masalla gerçekle kördüğüm. Kapı açılınca şu ahir ömrümde ilk ve sondur herhalde gördüğüm. Unutun masalları! Akşamları koyuna dönüşen çocukları, kambur cadıları… Bunlar çocuk falan değil bildiğin koyun işte kanlı canlı. Hava çok soğuk olunca yavrucakları yanına almış koyun koyuna yatacaklarmış. Tabi canım ha burası ha eski evindeki koyun ağılı. Ne fark eder? Hava soğuksa koyunlar apartman dairesine de girer. Hem gece boyu bizim bebek ağlıyor gündüz öteki tıpır tıpır koşuyordu. Kezban Teyze rahatsız oluyordu. Şimdi gece boyu koyunlar meler, tıpır tıpır onlar da gezer. Kimsenin kimseye hakkı geçmesin apartmanda bunlar önemli şeyler. Adabını bileceksin toplu yaşamın, komşunu rahatsız etmeyeceksin. Ha ettiysen ondan gelene de ses etmeyeceksin. Yine sen haklısın be Kezban Teyze eşşeklik bizde. Hep kendi tarafımızdan bakıyoruz işlere. Rahatsızlıksa seninki de rahatsızlık, pes ediyoruz. Teslim bayrağı bizde, yönetim sende. Bana müsaade. Emlakçı adamım ben. Ağzım laf yaptığından ucuza almıştım bu daireyi sahiplerinden. Ah mı ettilerdi giderken. Bak ne güzel söyledin, emlakçı adamsın sen Necati. Sat şu daireyi al başka bir ev yeri. Bırak Hansel’i Gratel’i, Kezban Teyze’nin çöpten evini. Yap şöyle ormanın ortasına bahçeli bir ev, kim rahatsız edecek seni? Gelin size hayalimdeki bahçemizi gezdireyim. Girişte sağlı sollu dizilmiş Afrika menekşeleri, çuha çiçekleri… Yeni biçmişim çimleri, saksıya ekmişim naneleri, mevsim baharmış hafif rüzgarda uçuşuyor erik kiraz çiçekleri… Masal gibi…