NİMET’TİR AYILMAZ
Hepimizin üstü kan revan. Etlerin kanları, yağları bolca bacaklarımıza, kollarımıza yer yer de göğsümüze, karnımıza sıvanmış vaziyette evin avlusunda ha bire kesiyoruz, doğruyoruz, sıyırıyoruz, ayırıyoruz. Kazanda kaynayan kireçle temizlenen işkembelerin buhurlu kokuları eşliğinde dini törenimizi gerçekleştirmekteyiz. Büyüğümüz, küçüğümüz, gencimiz, yaşlımız vecd halinde et, kan, yağ, işkembe, kelle kokuları arasında kazanın altından çıkan dumanın da katkısıyla kendimizden geçmişiz. Bu törende ölünün kokusunu gizlemek için yakılan tütsüler, buhurlar bizatihi mevtanın kendi bedeninden elde ediliyor yapacak bir şey yok. Kokuyu üstümüz başımız içimiz dışımıza iyice sindirelim ki kurbanımız ölümden sonraki hayatına bir süre de bizim bedenlerimizde devam etsin, tüm hücrelerimize yerleşsin. En kuvvetli hafıza koku hafızası değil miydi? Bu unutulmaz törenden sonra hepimizin hafızasında yaşayacağı kuvvetle muhtemel zaten.
Serilmiş hasırlar, naylonlar, örtüler; dizilmiş kütükler, doğrama tahtaları, kovalar, bıçaklar arasında biri var ki hepimizden ziyade canla başla çalışıyor. Törenin bel kemiği, en çok iş göreni gibi görünse de gördüğü işten fazla kendini ziyan edeni. Tüm benliğiyle etlerle kucaklaşmasına, nefes nefese omzuna vurup getirdiği butları kaburgaları var gücüyle parçalayıp önümüze atmasına bir yandan tebessüm ederken bir yandan korkuyoruz. O balta elinde hiç tekin durmuyor mesela. Öyle şiddetle havaya kalkıp iniyor ki yağlı ellerinden kayabilir, kendini yaralayabilir, parçaladığı kemikler kütükten sekip ceza alanımıza girebilir. Bu tempodan hepimiz ürküyoruz, tedirginiz ama işimize bakıp ona bakmamaya gayret ediyoruz. Öyle alelacele, öyle paldır küldür çalışıyor ki sanırsınız iş kaçıyor bu kovalıyor. Çalışmaktan değil de işi kovalamaktan nefes nefese kalmış ama peşini bırakmıyor.
Evlendiğimizden beri “Bi dur be adam, bi dinlen, yavaş, bi sakin ol, ağır ağır yap, acelen ne…” gibi gibi laflar ederim. Ne o beni dinler ne ben vazgeçerim. Can çıkmayınca huy çıkmıyor işte naparsınız. Allah gecinden versin, Allah korusun şurda canı çıksa huyu o etleri yine doğrar. Hatta ruhu bedenini bir köşeye itekler, etleri teraziye koyup pay edene kadar da cenazesini kaldırmamıza izin vermez, öyle diyeyim ben size. Adam çalışmak için yaratılmış ama özeni eksik kalmış. Bilsin bilmesin, gücü yetsin yetmesin, her işe girişir, gece demez gündüz demez acıkır yemek yemez o işi bitirir. Bir taraftan onun telaşla, canhıraş çalışmasına içimden -zaman zaman da dışımdan- söylenirken bir taraftan da imreniyorum. Şu kararlılık, şu azim, şu başladığı işi bitirme cehdi bende de olsa. Hepsi değil, azıcık koklatsa bile yeter.
Bazen canıma öyle tak diyor ki şu merhum hayvan gibi beni de kesseler, yağlarımı bir güzel ayırsalar. Deri altında iç organlarımda ne kadar gereksiz yağım varsa sıyırsalar sonra da geri dikip birleştirseler de şöyle genç kızlığımdaki gibi incecik kalsam. Böyle lömbür lömbür dolanmasam. Kendini kurbanlık gibi beslersen kilolarının kurbanı olursun böyle. İsmimi Nimet koyup sonra da “Nimettir atılmaz!” diye diye zihnime işleyen anneme ne demeli. Al işte evlendiğimden beri artan, yenilmeyen yemeklere bakış açım beni ne hale getirdi. Herkes “Doydum.” der noktayı koyar kalkar, ben “Doydum ama…” der cümlenin devamı var manasında üç lokma kalanları yutarım. Nimettir yazık, çöpe mi gitsin? Gitmesin. Nimet kendine yazık etsin. Nasılsa kedi köpek yer, deyip çöpün kenarına koymaya da içim el vermiyor n’apayım o da başka çeşit bir müsriflik gibi geliyor bana. Fazla yemek de israf anacım da genişleyen mideme fazla gelen bir şey de kalmadı artık. Neyi atsan dipsiz kuyu, iyice şişmanladık.
Yiyecek her bir şeyi zerresine kadar tüketiyorum. Çocukların elinde tam yenilmemiş elma görsem kapıyorum, çekirdeğine sapına varana kadar bir güzel kemiriyorum. Sıkılmış portakal sularını masada yarım mı bırakmışlar, hepsini içiyorum. Pişirdiğim yemeği mi beğenmemişler dibine kadar yiyorum. Tatlılar, pastalar, börekler… Baştan versene konu komşuya yok vermiyorum. Artınca da “Bayat şeyi nasıl vereyim, ayıp olur.” deyip oturup kendim yiyorum. Bir lokma olsun çöpe bırakamıyorum. Çöpü bırak tabağın çanağın bulaşığını lavaboya akıtamıyorum. Tabakların, tencerelerin dibini sıyırıyorum; kaşığı çatalı yalıyorum. Bu da annemden yadigar: “Nimettir kanalizasyon suyuna mı karışsın.” Banyo, tuvalet borularını mutfak lavabosundan ayıran mı var hepsi bi yere akıyor. Benim içim rahat kırıntı kaçırmıyorum. Necis ruhlar gezinir lavabo borularında hem onu da biliyorum. Kaynar su falan dökeyim deme lavaboya, derdi annem. Üç harflilerin çocukları yaşarmış oralarda. Onları yakarsam musallat olurlarmış bana. Onları ne besliyorum ne de yakıyorum. Acından ölürler mi bak onu hiç düşünmedim. Kaynar suyla haşlamaz da açlıktan öldürürsem de musallat olurlar mı bilmiyorum. Annemin vardır bir bildiği canım görmüş geçirmiş kadın çok kurcalamıyorum.
Geçen gün bizim kızlar diyetisyene gitmiş. Küçücük ilçede yaşıyoruz adım başı diyetisyen açılmış anacım. E tabi n’olacak benim gibi nimeti sadece yemek içmek diye öğrendiyse herkes, bütün hürmetini ona gösterecek yiyecek de yiyecek. Sonra aynaya bakıp kendinden önce yağlarını gördüğünde de oturup düşünecek. Mutfakta çeşit çeşit yemekler yapacağım diye geçirdiğim saatler de nimetti ah… Kilo almadan önce nefes nefese kalmadan çıkardım şu merdivenleri hey gidi sağlık da nimetti vah tüh, diyecek koşa koşa diyetisyene gidecek. Gençliğindeki elbiselerin içine girebilme nimeti için avuç avuç para dökecek. Diyetisyenlerin çoğu da şunu ye, bunu yeme, sağlıklı beslen, yaşam tarzını düzenle falan laflarını çoktan geçmişler. Laf dinleyen mi var tabi. Alıyor diyet listesini, yapıyor avokado, kabak, badem, leblebi alışverişini bir heves. Birkaç hafta her şey mükemmel. Çok kararlıyımlar, bu sefer uyacağımlar, hurmalar sütler tok tutarlar, suya nane at iştahı kaparlar falanlar filanlar üçüncü dördüncü haftada “Doymadım ben!” deyip çikolata kavanozuyla evdekilere yakalanmalar. Bu diyet hiç bana göre değilmiş, ben çikolatasız yapamam ki. Veririm kiloyu tamam veremem değil sıkarım dişimi eee sonra hiç mi çikolata yemeyeceğiz. İşte yiyince de geri alırım hepsini. Olmaz bu iş ben başka diyetisyene gideyim çikolata yedirerek zayıflatsın beni…
Bunun sonu yok tabi diyetisyenler de biliyor işi. Almışlar koymuşlar makineleri dükkanlarına alttan veriyormuş titreşimi. Diyete uyamadın mı üzülme canım bir daha başlarız. Sen bas şu makineye, üstüne bir çık hele söylediği hareketleri yap, bire bin veriyor mübarek. İki üç mekik mi çektin, çarp onu yüzle. Bacağını karnına mı çektin çarp beş yüzle. Kendini sıkarsan daha da etkili oluyormuş beş dakika spor yap şu makinenin üstünde, saatlerce ter dökmüş gibi hafifle. Ooh gitsin kilolar hem zamandan tasarruf hem şifa, nimet yağıyor üstümüze. Diyetisyene giden arkadaşın kocası hayret etmiş bu işe. Temizliği başkasına yaptıranı duydum, yemeği başkasına yaptıranı duydum da kilosunu makineye verdireni duymadıydım, diyormuş. Nesine hayret ediyorsa teknoloji çağındayız çamaşırımızı, bulaşığımızı makineye yıkatmıyor muyuz? Kilolarımızı da makineye yaktırırız. Her işimizi makineler yapıp bizi hantallaştırıyorlarsa kilolarımızı da makineler verdirecek hiç kusura bakmayın. Biz işimize bakalım, sebep olanlar utansın. Bizim kızlarla ben de gideyim şu makineli diyetisyenlerden birine. İlk günden hafifledim, diyordu Nurgül. Şu kurbanı bi atlatalım hele. Kavurmayı baklavayı tadalım gerisi kolay.
Hem Hayati de pek beğenmiyor artık beni. Evlendiğimizde “Tek kolumla sarıyorum seni, incecik belin var.” deyip gülümserdi. Papatya gibiydim o zamanlar beyaz ve ince. Şimdi iki koluyla da sarsa kavuşturamıyor belime elini. Üstelik yalandan sarılıyor ne bileyim alışkanlık gibi. Muhakkak gideyim bayram sonrası. Yanımda çöp gibi duruyor adam belki utanıyor, istemiyor yanında gezdirmeyi. Elimi de tutmuyor dışarıda yürürken, önden önden adımlıyor yetişemiyorum ardından çocuklarla. Bari çocukların elini tutsa. Birkaç kez küstüm alındım sonra gönlümü aldı ama beni gönlü alıyor mu şimdilerde bilmiyorum. Eskiden böyle değildi adımını adımıma uydurur beni geçmezdi. Bir şeylere yetişmek için acele de etmezdi. Ben acele edecek olsam elimden tutar izin vermezdi. Böyle böyle beni yavaşlattı kendi hızlı çekime geçti. Sonra baktı izledi benim ağır çekim halimi sevmedi belki. Yoksa bu adam benim gibi yarım dünya olmamak için mi paldır küldür çalışıyor böyle. Benden tiksindiğinden mi kuş kadar yiyince “Doydum!” diyor. Bak şimdi fark ediyorum, ben tabakları sıyırırken masadan kalkıp gidiyor; her işe sokulan adam bulaşığa yardım etmiyor. Gerçi bulaşık falan yok ortada her şey ekmekle parlatılmış bekliyor da önceden böyle değildi, tabağı çanağı makineye yerleştirirdi. Sen yemek yaptın o kadar yoruldun otursana, derdi. Şimdi kendisi on saniye oturmuyor. Evin içinde, işte, yolda, sokakta serseri mayın gibi geziyor. Kendini denizde akıntıya bıraksa iyiydi de bizimki gürül gürül akan nehirde sanki. Var bi ulaşmak istediği ama çözemedim gitti. Durup dinlenmiyor beni de dinlemiyor. Bakıyor görmüyor. Hakikaten görmüyor, sanırsın karşısında ben yokum bakışları koca gövdemi delip geçiyor ötelerde bir yerlere gidiyor. Şöyle göz göze iki laf edemiyorum ne zamandır. Ne gözleri gözüme değiyor ne nefesimi tükettiğime. Boş, duygusuz bakışlar… Belli kafasında kırk tilki dolanıyor, kırkının da kuyruğu birbirine değmiyor. Tilkilerden biri kafasından fırlamış da Hayati suretine bürünmüş gibi. Bir kurnazlık sezmedim ben ama kafasının içinde bana yer yok sanki. Başka şeyler düşünüyor. Bu hatırı sayılır fiziki varlığımla beni nasıl yok sayabiliyor? Evde bunca kapladığım alan varken zihninde yerim yok mu acaba? Beni sığdıramıyor mu aklına?
Bak sen… Etleri bonfile, biftek, kuşbaşı, kıyma diye ayırırken aklımdakileri de bir güzel ayrıştırdım. Ne zamandır bütüncene kafamda ağırlık ediyorlardı, yerli yerine dağıttım. Hayati kafamda kanlı canlıyken, nefes alıp veriyorken, tek parçayken bu kadar dikkatimi çekmemişti. Şimdi parçaladım onu. Önce böldüm ikiye. Önceki Hayati sonraki Hayati diye. Öncekinde sıkıntı yok paketledim koydum buzdolabı poşetlerine ama sonraki hayatını lime lime doğruyorum, didik didik ediyorum bir türlü “Bu tamamdır.” deyip dondurucuya kaldıramıyorum. Kıçının üstüne oturmayan adamın kafama oturmayan halleri. Kendisi gibi zihnimdeki düşünceleri de kurtlandırmış adam, şimdi kıvıl kıvıllar. Biraz büyüyünce çiyanlar, sonra zehirli yılanlar, yılanlardan ürken atlar, atlarla ağıla girince oradan oraya kaçışan kurbanlık koyunlar… Hepsini yakalayıp yakalayıp boyunlarına bıçağı vurasım var. Daha önce nasıl fark edemedim ben bu değişimi, nasıl şüphelenmedim hiç. Baksana adam yaşamıyor gibi, evin içinde dolaşan hayalet. Kuş kadar yiyor, içiyor, arada konuşuyor -sayıklıyor- bolca çalışıyor ama kendiliğinden gelip hiçbirimizin gözünün içine bakmıyor, elimizi tutmuyor, cana can muhabbet etmiyor. Var ama yok, hissetmiyor. Adı yaşamla ilgili adamın yaşamakla ilgisi kalmamış. Hayati olmuş memati tövbe yarabbi! Hani bunun eski neşesi dinginliği? Doğru dürüst uyku da uyumuyor. Bazı geceler uyandığımda yatakta olmuyor. Ben hep ya balkona sigaraya çıktı ya da defihacete kalktı diye düşünüyorum Allah var. Ondan önce yatıyorum ya bilmiyorum ki yanımda olmadığında saat kaç. Sabah da benden önce uyanıp kendine iş arıyor evin içinde kırılanı, döküleni, bozulanı onarıyor oluyor. Gündüz kurtlarını dökemediyse varsın gece de dolaşsın da bunu kurtlandırana hiç kafa yormamışım şimdiye kadar ben. Yoksa o açılıp kapanan kapı sesi balkon kapısının değil mi? Ayırt edemiyor muydum uyku sersemi?
Eyvahlar olsun! Geceleri dışarı çıkıyor olmasın bu adam. Ah ben nerelere gideyim! Ecinniler alıp alıp gezdirip getiriyorlar bunu galiba. Aç bıraktığın lavabo borusu taifesi musallat oldu bak kocana. Dilini ısır Nimet! İçinden de olsa konuştun, yenice düştü jetonun. Ne yapmalı ki şimdi? Hayati’ye musallat olanlar olmuş. İyi saatte olsunlar bula bula bizi bulmuş. Demek adam bu yüzden çırpınıp duruyormuş. Vah benim canım kocam ben nasıl fark edemedim. Aklını yitirmeden yarın gidip bi okutup üfletelim. İçine kaçan neyse çıksın gitsin. Bana bakarken kaçırdığı nazarı geri gelsin, cansız bakışları dirilsin. Nazar demişken bi de kurşun döktüreyim gitmişken, çok nazar çeker Hayati oldum olası, şöyle bi hafiflesin. Nereden nereye geldim diyetisyene gidip ben hafifleyecektim. Neyse Allah önce ruh sağlığı versin. Kocam şu necis ruhlardan bi temizlensin ben de zayıflarım nasılsa. Takarım koluma beraber yürürüz çarşı pazara. Yaparız diyet alışverişimizi, alırız belden oturtmalı elbiseleri, inceldikçe belime de dolar elini. Önden önden yürümez arıtk. Necis ruhları kovduk, yağları da yaktırdık bundan sonra uygun adım eski günlerdeki gibi. Ayaklarımızı yere vurdukça fazladan yüklendiklerimizi bırakıyoruz ardımızda. Hadi bakalım kurban töreninden sonra bu da attığımız yüklerin geçit töreni. Alkışlar şimdiden kulağımda.