
KIRIK AYNALAR
Bölüm 12: Boşluk ve Hakikat
Leyla, cam kırıklarının arasından yavaşça doğruldu. Bacakları titriyordu. Oda darmadağınıktı. Aynalar çatlamış, kahve yere yayılmış, eşyalar sessizce dağılmıştı. Sessizlik ağırdı.
Telefonuna uzandı. Ekran karanlıktı. Ne bir mesaj, ne bir arama. Sanki dünya ondan çoktan vazgeçmişti.
Fotoğraflarına göz gezdirdi. Tanımadığı bir adamın yüzü belirdi ekranda. Bakakaldı. “Kimdi bu?” diye sordu. Gözleri doldu, anlamını bilmediği bir sızıyla.
Montunu giydi. Çıkmaya hazırlandı. Telefon ve bilgisayarını aldı. Sonra durdu. Uzun uzun baktı onlara. Ardından, usulca çöp kovasına bıraktı. Onları atmak, yüklerinden vazgeçmekti.
Dışarı çıktığında, fırtına devam ediyordu. Rüzgar saçlarını savuruyor, soğuk tenine dokunuyordu. Denizin tuzlu kokusunu içine çekti. Dalgaların sesi, içindeki uğultuyla yarışıyordu. Nereye gideceğini bilmiyordu. Ancak artık burada kalamayacağını idrak ediyordu.
Kulağında eski bir ses çınladı: “Siz kendi yarattığınız senaryoda yaşıyorsunuz. Hayat sizin etrafınızda dönmez.” Durdu ve derin bir nefes aldı. “Peki ben neden onun etrafında döndüm? Bu kadar yok sayılmayı nasıl görmedim?”
Denize döndü. “Senin gerçeğini sevmiyorum.” dedi içinden. “Benim tek gerçeğim seni sevmekti. Artık bu sadece beni ilgilendiriyor.” Yorulmuştu. Kabullenmişti. İçindeki ses bir isyana değil, sükunete benziyordu.
Yağmur ve rüzgâr bedenine vururken yürümeye devam etti. Dalgalar ayak bileklerini aştı. Deniz usulca çağırıyordu onu. Gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. Dalga sesleri arasında bir fısıltı yükseldi “Bundan sonra…”
Ertesi sabah deniz sakindi. Güneş, bulutların arasından doğuyordu. Kıyıya vuran dalgalar, artık hiçbir sesi taşımıyordu. Sessizlik vardı.
Deniz, bir hikâyeyi daha içine almıştı.
Bölüm 13: Gerçekler ve Kırılan Yansımalar
Leyla’nın zihni sessizlikle doluydu. Kırık aynanın önünde diz çökmüş, yere saçılmış camlara bakıyordu. Elini yüzüne götürdü. Gerçeği aradı parmak uçlarında. Ama kimdi? Bu aynadaki yüz kime aitti?
B silinmişti. Onca zaman içinde büyüttüğü, adına aşk dediği şey bir yanılsamaydı. Bir kafede otururken uzaktan görmüştü onu. Belki bir selam, belki sadece bir bakış. Oysa Leyla, onun sessizliğine anlamlar yüklemişti. Kendi içindeki boşluğu onun varlığıyla doldurmuş, bunu da gerçek sanmıştı.
Geriye çekildi. Oda netleşmeye başladı. Penceresiz duvarlar, solgun ışık, beyaz çarşaflar; tek bir masa, metal bir kapı. Gerçeğin soğuk yüzü buradaydı. Kırık cam parçalarının arasında ağır ağır nefes alırken her şey yerli yerinde oturuyordu. Burası bir hastane odasıydı.
Kapı aralandı. Hemşire içeri girdi. Leyla’nın yüzüne dikkatle baktı. Yumuşak bir sesle sordu “İyi misin, Leyla?”
Leyla yanıt vermedi. Bakışları, hemşirenin elindeki dosyaya kaydı. Üzerinde “Leyla A.- Paranoid Bozukluk, Şizofreni Eğilimleri” yazıyordu.
“Hayır!” dedi tizleşen sesiyle. “Ben burada olmamalıyım.”
Hemşire bir adım attı. Elindeki şırıngayı gizlemeye çalışıyordu. “Sakin ol. Her şey kontrol altında.”
Leyla geri çekildi. Zihni, hatıralar arasında gezinmeye başladı. O yağmurlu akşam, kafede oturan bir adam, B. kahvenin buğunsundan geçen bakışlar. Gülümsemeden çok uzakta duran dudaklar. Ama Leyla, o sessizliği kendince tamamlamıştı. Bir öyküye dönüştürmüştü.
Kahkaha attı, ardından gözleri doldu. “Ben bunu mu yaşadım?” cümleleri yarım kaldı.
Hemşire, yaklaşmadı. Sadece durdu, dinledi. Bu defa gerçekten dinleyen biri vardı.
Leyla, aynanın önüne geçti. Cam kırıklarının arasında parmaklarını gezdirdi. Yüzüne baktı. Yorgun bir kadın. Anneden kalan kokular, lavanta gibi; sabahın sisine karışan fısıltılar.
Belki hiç olmamıştı, ama hissetmişti. Yaşamış gibi. Şimdi yalnızca kendi nefesi vardı odada. Bu, artık onun gerçeğiydi.
Yavaşça doğruldu. Hafifçe gülümsedi. Cam kırıkları ardında geçmişin hayaletlerini bırakırken, derin bir nefes aldı. Uyanma vaktiydi. Gerçek dünyaya, kendine. Aynanın içinden değil, artık dışında bakıyordu hayata.
Sessizlik içinden bir ışık sızdı. Yeni bir başlangıçtı bu. Artık hiçbir yansıma onu kandıramazdı. Çünkü artık Leyla aynanın içinde değildi.
SON